Bir Referandum Yazısı ve Benim Eleştirim

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 03:34

0

SESİMİ ÖPMEYE ÇALIŞIYORDU OĞLUM


Siz hiç sevdiklerinize koşarken cama çarptınız mı?

Silivri’dekiler, ayda üç kez çarpıyor.

Ben ayda üç kez çarpıyorum.

Bir ayın üç haftasında kapalı görüş, bir haftasında açık görüş var.

Kapalı görüş şöyle:

Duvarın üç karışa dört karışlık bölümüne cam yerleştirmişler. Etrafını da demirle çerçevelemişler. Camın iki tarafına birer telefon ahizesi koymuşlar.

Görüş günü cama koşuyorsunuz. Karşıya ses geçmediği için ilk karşılaşmada elleri havaya kaldırıp sevincinizi ifade ediyorsunuz.

Elinizi sevdiğinizin kollarına uzatır gibi ahizeye uzanıyorsunuz. Ve sesini duyuyorsunuz. Elbet söylemeye gerek yok; ses kaydediliyor. Yönetim bunu size verdiği iç kurallar listesinde açıkça duyuruyor.

Kızım her şeyi sağlıklı algılıyor; beklediğimden sağduyulu hareket ediyor. Çok şükür!..

Oğlum 2 yaşına girdikten sonra geçen mayıstan beri karşısındaki benle, telefondaki beni birleştirdi. Önceleri camın kıyısında pencere açma kolu arıyor, bulamayınca sinirleniyordu. Artık burada görüşmenin böyle olduğunu kabul etti.

Haziran görüşlerinden birinde bütün sevimliliği üzerindeydi. Telefonu kulağına götürdüğünde annesinden öğrendiğim şeyleri sıralamaya başladım:

“Topu çok mu severmiş benim oğlum... Çimlerde yuvarlanmaya bayılır mıymış benim oğlum...”

Sesimi dinlerken ahizeyi bir buket gibi tuttu, bana baktı...

Konuşmaya devam ediyordum.

Ağzını sonuna kadar açtı, telefona yöneldi.

Sesimi öpmeye çalışıyordu!

Burun direği sızlamasının çok tarifi yapılabilir; biri de bu olsun.

***

Ataol Behramoğlu 12 Eylül döneminde hapis yatan şairimiz, yazarımız. “50 yıldan 100 şiirine” yer verdiği Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar kitabında, Maltepe Askeri Cezaevi’nde yazdığı şiirler de var. İşte biri:

“Çocuğumla demir parmaklık konuldu aramıza/ İki buçuk yaşındaki çocuğumla/ Ulaşmak istedi bana çocuğum/ Kafese çarpan bir kuş duygusuyla/ Çocuğumla tel örgüler konuldu aramıza/ Kalın tel örgüler iki sıra/ ‘Saklanma baba’ dedi çocuğum/ Sitemle. Çırpınan bir bakışla/. Çocuğumla bir uçurum konuldu aramıza/ Sevinci nefretten kesin çizgilerle ayıran uçurum/ ve ben aptal gibi-hâlâ/ ‘Bu denli kötü olunamaz’ diye düşünüyorum...”

Behramoğlu’nun 1982’de yazdığı bu şiirden 28 yıl sonra Silivri...

Tel örgülerin yerini cam kırıkları aldı!

Onlar hiç değilse seslerini doğrudan ulaştırıyormuş. Biz ise telle...

Tel örgüden beter bir telefon teliyle!

Biri ötekine tercih edilir gibi değil...

***

Bir kişiyi tutukladığınızda aslında bir aileyi tutuklamış oluyorsunuz. Ve sevenlerini...

Ben şanslı olanlardanım, ailem Ankara’dan haftada bir gelebiliyor.

Anadolu’nun değişik kentlerinden buraya getirilen, ailesiyle çok daha seyrek görüşebilenler var.

Çağdaş hukuk, 100 kişiden 99’unun suç işlediği kesin ama masum olan bulunamıyorsa, o masumu korumak için 100 kişinin hiçbirini tutuklamamalısınız, ceza vermemelisiniz diyor...

Bugünkü AKP hukukunda ise tam tersi!

Atın içeriye, suçlu olup olmadığı yıllar sonra belli olur diyor...

Birazcık vicdanınız varsa...

Bu adalet yalanına...

Bu demokrasi kalpazanlığına...

Bu hukuk arama işkencesine...

Bu vicdansızlığa...

Hayır deyin!






BENİM ELEŞTİRİM


Böyle bir yazı işte, ama şimdi sıra benim söyleyeceklerimde.. Şimdi bu yazının referandum ile ne alakası var. Silivriye cam koymuşlar referanduma hayır deyin diyor resmen. Böyle bir salaklık var mı peki? Var, ama olmamalı. Neymiş konuştukları kaydediliyormuş, neymiş sesi telefondan gidiyormuş peki bunun referandum ile alakası ne? Bir kişiyi tutukladığınızda ailesini tutuklamış oluyormuşuz. Yok canım? Öyle desenize ya kimseyi tutuklamazdık o zaman(!)

Biri de çıksın anayasa paketindeki maddeler şu sebeplerden dolayı değişmemeli desin ama nerede o. Herkes anayasa paketi dışında bir şeylerden bahsediyor ve yazının sonunda "referanduma hayır deyin" yazıyor. Ne alaka?

Ben referanduma evet deyin demiyorum burada. Değişecek anayasa maddelerine bakın, düşünün, sizin için daha iyi ise evet deyin, değil ise hayır deyin, bu kadar basit bu olay. Ama lütfen şu salak yazılardan etklienmeyin, biraz bilgilenin lütfen! Kimsenin sizi aptal yerine koymasına izin vermeyin!

Six Feet Under dizisinden replikler

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 04:29

0

Nate: Her şeyin yolunda gittiğini görmek korkutucu çünkü o zaman hayal kırıklığına uğrama riskini de almış oluyorsun.
Brenda: Vay canına. Bunu gerçekten de düşünmüşsün?
Nate: Hayır. Öylesine konuşuyordum.

-------------------------------------------------

"Bazen insanlar dayanılmaz olur.. Çünkü endişeli oldukları için ilk gösterdikleri tarafları itici ve saldırgandır. onlarla vakit geçirdikçe fark edersiniz ki tanımak isteyeceğiniz başka yanları vardır. "

-------------------------------------------------

Claire: Why did you have to die? It really sucks. Everything's unraveling since you're gone.
Nate: That's not true.
Claire: It feels that way. I miss you. I miss you so fucking much!
Nate: I miss you, too.
Claire: You know how i always used to tell you you weren't dad, after dad died? It was such a waste of time thinking that way.
Nate: No, it's just part of how you dealt with it. it kept you from missing dad so much.
Claire: No, it kept me from ever knowing you as much as i really could have, and now you are so completely fucking gone! It's just …
Nate: Claire –
Claire: What? It sucks!
Nate: Stop listening to the static.
Claire: What the fuck does that mean?
Nate: Nothing. It just means that everything in the world is like this transmission, making its way across the dark. But everything – death, life, everything – it's all completely suffused with static. [makes static sounds] you know? But if you listen to the static too much, it fucks you up.
Claire: Are you high?
Nate: I am actually, yeah, quite high.
Claire: [smiling then laughing] You are?!

-------------------------------------------------

Hayat canlılara israf edilmiş.

-------------------------------------------------

İlk günah, elmanın yenilişi değildi. Otoritenin sorgulanması da değildi. tanrı'ya kendi fikrini savunma şansı vermemekti. Yılanın sözlerini esas gerçek olarak kabul etmekti. Esas günah, tanrı'ya gidip " Hey, neler oluyor? Bize yalan söylediğini söyledi." denilmemesiydi. Tanrı'nın yalan söylediğini varsaymaktı.

-------------------------------------------------

Ruth: Nathaniel, what happened to us? We were so in love once.
Nathaniel sr.: Life happened to us. I buried hundreds of people, and we watched each other grow old.

-------------------------------------------------

Claire: You know, it's polite for the first person downstairs to make the coffee even if that person has a penis!
Nate: Well, you know, it's also polite for the first person who uses the bathroom to spend less than 45 minutes in there even if that person has a vulva.
Ruth: [entering] Oh goodness, everyone's here.
David: With all their genitalia.

-------------------------------------------------

Father Jack: Truth and relationships don't make life easy. They make it possible.

-------------------------------------------------

David: I felt so free for a week. But then, all of a sudden, within days i went from "yay, i'm independent" to "holy fuck, i'm gonna die alone."

-------------------------------------------------

Nathaniel sr.: You aren't even grateful, are you?
David: Grateful? For the worst fucking experience of my life?
Nathaniel sr..: You hang onto your pain like it means something, like it's worth something. well, let me tell 'ya, it's not worth shit. Let it go. Infinite possibilities, and all he can do is whine.
David: Well, what am i supposed to do?
Nathaniel sr.: What do you think? You can do anything, you lucky bastard, you're alive! What's a little pain compared to that?
David: It can't be that simple.
Nathaniel sr.: [putting his arm around david and pulling him closer] What if it is?

-------------------------------------------------

Nate: Time flies when you're having fun, huh?
Nathaniel sr.: No, time flies when you're pretending to have fun. Time flies when you're pretending to love Brenda and that baby she wants so much. Time flies when you're pretending to know what people mean when they say "love". Face it, buddy boy, There's two kinds of people in the world: there's you, and there's everybody else, and never the twain shall meet.

-------------------------------------------------

Claire: Oh, i wanna take a picture of everyone.
Nate: You can't take a picture of this. It's already gone.

-------------------------------------------------

Bildiğim tek tanrı çirkin pantolon giyen asabi bir palyaço ve bütün esprileri birbirinin aynı.

-------------------------------------------------

Everything ends.

-------------------------------------------------

You are fucking so alone in this world.

-------------------------------------------------

Mitzy Dalton Huntley: You're a runner, huh? It's bad for your knees.
Nate Fisher: Yeah, well, everything's bad for something.

-------------------------------------------------

what do you think
has become of the young and old men?
and what do you think
has become of the women and children?
they are alive and well somewhere
the smallest sprout shows
there is really no death
and if ever there was, it led forward life
and does not wait at the end to arrest it
and ceas'd the moment life appear'd
all goes onward and outward
nothing collapses
and to die is different
from what any one supposed
and luckier.

-------------------------------------------------

Maybe your soul mate is the person who forces your soul to grow the most.

-------------------------------------------------

Sometimes less than one man is more than enough.

-------------------------------------------------

Time doesn't tell the truth about our souls.

-------------------------------------------------

We're all children when we truly love.

-------------------------------------------------

"all that lives
lives forever
only the shell
the perishable passes away
the spirit is without end
eternal, deathless"

-------------------------------------------------

David: You could've dressed.
Claire: I couldn't.
David: The rest of us managed.
Claire: Well then the rest of you win

-------------------------------------------------

Nate: Kurt Cobain died today.
Claire: Oh.
Nate: He killed himself. He was just too pure for this world.

-------------------------------------------------

"Our death is our wedding with eternity.
what is the secret? "god is one."
the sunlight splits when entering the windows of the house.
this multiplicity exists in the cluster of grapes;
it is not in the juice made from the grapes.
for he who is living in the light of god,
the death of the carnal soul is a blessing.
regarding him, say neither bad nor good,
for he is gone beyond the good and the bad.
fix your eyes on god and do not talk about what is invisible,
so that he may place another look in your eyes.
it is in the vision of the physical eyes
that no invisible or secret thing exists.
but when the eye is turned toward the light of god
what thing could remain hidden under such a light?
although all lights emanate from the divine light
don't call all these lights "the light of god";
it is the eternal light which is the light of god,
the ephemeral light is an attribute of the body and the flesh.
...oh god who gives the grace of vision!
the bird of vision is flying towards you with the wings of desire.."

-------------------------------------------------

Tracy Montrose Blair: Why do people have to die?
Nate: To make life important. None of us know how long we've got. Which is why we have to make each day matter.

-------------------------------------------------

Gabe Dimas: Life just wasn't the right environment for me.

-------------------------------------------------

Nathaniel Fisher: Life is wasted on the living.

-------------------------------------------------

Claire: If we live our lives the right way then everything we do can become a work of art.

-------------------------------------------------

Çocuklara; oldukları gibi istenilsinler ve sevilsinler! Bundan daha azı felaket oluyor...

-------------------------------------------------

Senin kim olman gerekiyor?
- Ölü adam**
- Ben Azrail'i tercih ederdim.
- Ben de o olmak isterdim ama Marvel tüm haklarını satın almış.

-------------------------------------------------

Phone Machine: Claire, hi, this is gavin at new image and i hate to be the one to tell you this, but... new image has been bought by stock options, and they're consolidating their operations, and... well, they're in chicago, so i hope you haven't headed out here yet. sorry.
Nate*: Aw, who cares? Go anyway.
Claire: What, are you crazy? I'm gonna move to New York city without a job?
Nate: Mom gave you the money, you're gonna land somewhere. You'll be fine. You're talented, you're smart, you're ready.
Claire: What if i'm not?
Nate: Claire, you want to know a secret? I spent my whole life being scared. Scared of not being ready, of not being right, of not being who i should be and where did it get me?
Claire: What should i tell everyone tonight?
Nate: Nothing! you can't stay here!

-------------------------------------------------

Life is pain. Get used to it

Syd Barrett

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 03:36

0

Sanırım ekşisözlük'te karşılaştım onunla, Pink Floyd hakkında yorumları okurken, veya en sevdiğim albüm Shine on You Crazy Diamond albümümün yorumlarına bakarken rastladım. Araştırmaya başladım, şöyle yazıyordu ilk gördüğüm yorumda: "Pink Floyd'a ruhunu verdikten sonra kazandığı parayı genellikle acid e yatırmayı alışkanlık edinip ruhu ve beynini beraber yitiren önceleri yüce sonraları mongol olan şahıs.. Saygı duydum her daim yaptığı işlere.. Umarım annenin kollarında mutlusundur. Şöhret yaramadı sana". Pink Floyd'un ruhunu onun oluşturduğunu söylüyorlardı, üstelik annesinin kollarına geri döndüğünü öğreniyordum. Daha da ilgimi çekti, daha çok araştırdım Syd'i... Gruptan atılmış/ayrılmış, uyuşturucu bağımlısı olmuş daha sonra da annesinin yanına geri dönmüştü. Nedense ben hep sorunlu kişileri sevmişimdir, Bukowski'nin de sevdiği gibi, Bukowski'yi de sevdiğim gibi. Bazı konserlerde gitarının akorunu bozup öyle çaldığı söylenir, The Pipers At The Gates of Dawn albümünde 11 şarkıdan 10'u ona aittir, bugün Pink Floyd'tan en çok dinlediğim şarkılar Syd Barrett döneminden veya onun için yazılmış şarkılardır. (bknz: wish you were here, shine on you crazy diamond). Kendi yaptığı albümleri indirip, ilk kez dinlediğimde ağzım açık kaldı, o sözleri ondan başka biri yazamazdı çünkü, arkada basit bir gitar sesi, sözler bir o kadar basit ama şarkılar da bir o kadar güzeldi. Sigara üstüne sigara yaktıran şarkılardı hepsi. Hala da öyle. Bugün hala bir Terrapin, bir Long Gone, bir Dominoes, bir Wouldn't You Miss Me, bir Opel şarkısını dinlerken hala kendimden geçiyorum, üzülüyorum Syd, kendini düşünüp bir kenara çekildiğin için, bizden uzaklaştığın için sövüyorum sana Syd ama senin böyle mutlu olduğunu, senin tercihinin bu olduğunu düşününce de seviniyorum senin adına... Zaten senin gibiler hep kaybediyorlar Syd, "onlar" öyle diyor çünkü, kaybettiğini söylüyorlar, ama onlar senin gibi göremiyorlar hayatı Syd. Bunu zaten sen de biliyorsun...

Wikipedia'dan Syd Barrett

Pink Floyd Yılları

1964'te grup arkadaşlarıyla beraber Pink Floyd'u kurdu. Syd Barrett grubun adını Pink Anderson ve Floyd Council adlı iki blues müzisyeninden etkilenerek koymuştu. Syd Barrett kendine has slide tekniği ve kaydedilen seslere verdiği efektler, konser sırasında arkada gösterilen yeni renk oyunlarıyla psychedelic müzik kavramını yaratmıştı. Grubun tanınmasını sağlayan single'lar Arnold Layne ve See Emily Play Barrett imzalı eserlerdi. Pink Floyd'un ilk albümü olan The Piper At The Gates Of Dawn'nın bir şarkı dışında hepsini bestelemiş, çıkan singleların çoğunu yazmış ve ikinci albümde de bir şarkı bestelemiş ve bir şarkıda gitar çalmıştır. Şarkı sözlerinde uyuşturucunun etkisinden dolayı hayali şeylerden bahsetmiştir. Astronomy Domine'de gökyüzündeki gezengenlerden bahsederken Chapter 24'te mistik öğeler ve büyülerden bahsetmiş. Syd'in çocuksu yüzü sevgilisine bisikletini ödünç vermekten bahsettiği Bike, kedisi Lucifer Sam, cüceler ve korkuluklar hakkında yazdığı şarkılarda ortaya çıkmıştı. Uyuşturucu etkisinde yazdığı şarkılara baktığımızda ise ilk versiyonu dakikalarca aynı melodi üstüne kurulu Interstellar Overdrive, bir konserden sonra gördüğü hayali bir kız hakkındaki See Emily Play ve uyuşturucu sarmayı anlattığı için yasaklanan Candy And A Current Bun'ü görürüz.
A Saucerful Of Secrets`ta 2 şarkıda grupla çalan Syd konserlerde sadece tek akora basarak bütün konser devam etmesi gibi birçok sorun yüzünden önce şarkı sözü yazarı olarak anlaşma yapar ancak daha sonra gruptan tamamen ayrılır.

Solo Yıllar

1970 başında The Madcap Laughs adlı ilk solo albümünü çıkarır. David Gilmour ve Roger Waters bu albümde prodüktör olmuştur. Solo albümdeki şarkılar ise Pink Floyd'dakilerden farklı sadece gitarı ile yapılmış sade bestelerdi. Syd kayıtlarda zorluk çekmişti ve bazı şarkılarda yaptığı hataları düzeltmeden albümü yayınladılar. Bu albümden sonra Barrett sadece bir solo konsere çıktı. O konserde de üçüncü şarkıdan sonra sahneden inmiştir ve bu onun son solo konseri olmuştur.
Aynı senenin sonunda Barrett adlı albümünü çıkarmıştır. Bu sefer de prodüktörler David Gilmour ve Richard Wright`dı.David Gilmour tarafından bu albümün kayıtlarını yapmak bir faciaya benzetilir çünkü Syd ile çalışmak hiç de basit değildir. Bu albümden sonra ise Syd Barrett üçüncü solo albüm için planlar yapmış ama böyle bir albüm asla olmamıştır. 1972'de Syd Barret müziği geri döner ve Stars adını verdiği bir grup kurar. Fakat bu grup da verdiği 3 konserden sonra Syd Barrett tarafından dağıtılır. 1974'te tekrardan müzisyen arkadaşlarının yardımıyla stüdyoya giren Barrett sözleri yazılmamış bir kaç deneme şarkısından sonra devam etmek istemez bu kayıtlardan sadece "If you go,don't be slow" yayınlanabilir niteliktedir ama oda yayınlanmaz ve Syd Barrett o gün müziği bırakır.

Pink Floyd'da Syd Barrett Etkileri

1975 yılında Pink Floyd, Wish You Were Here albümünü kaydederken Shine On You Crazy Diamond (ki birinci üçüncü ve beinci kelimelerinin baş harfleri SYD olmaktadır) ve Wish You Were Here şarkılarını Syd Barrett için bestelemişlerdir. Shine On..'un kayıtlarında Syd, kaşları dahil vücudundaki bütün kılları kesmiş ve kilo almış bir halde stüdyoya gelip gitar kayıtlarını ne zaman yapacağını sormuştur. Onu gören grup üyeleri ise ağlamışlardır. David Gilmour o kişinin hala Syd olduğuna inanmak istemese de Roger Waters onun Syd olduğundan emindir. Ona yazdıkları Wish You Were Here'i ona çaldıklarında ise Syd Barrett şarkıyı çok eski moda bulmuştur. Oradan ayrılan Syd Barrett ile grup üyeleri bir daha hiç buluşmamışlardır. Grup ayrıca Dark Side Of The Moon albümündeki deliliği anlatan Brain Damage şarkısını Syd'den esinlenerek yazmış ve Roger Waters, 1982 tarihli Pink Floyd: The Wall filminin baş kahramı Pink'i yaratırken eski arkadaşı Syd'i düşünerek yaratmıştır.

Müzik Sonrası Yaşam

Stüdyoda yaşanan bu olaydan sonra Syd Barrett evinde inzivaya çekilmiş ve kendini kaybettirmiştir. Artık Syd adının yerine orijinal adı Roger'ı kullanmaya başlamıştır. Daha eskiden resim eğitimi almış ve resim yapmakta olan Barrett, müzikten sonra da kendini resim yapmaya adamıştır. Yıllar sonra David Gilmour bir doğum günü partisine Syd'i çağırmak için davetiye yollamış ancak Syd'in ablası tarafından iyi dilekler almıştır.
1988'de Barrett'in üçüncü albümü Opel piyasaya sürüldü. Bu albümde Syd'in yayınlanmamış şarkıları ve ilk iki albümdeki şarkıların değişik versiyonları bulunmaktaydı. 1993'te bu üç albüm Crazy Diamond box set'i olarak piyasaya sürülmüştür. Daha sonra 2001'de Wouldn't You Miss Me adlı best of'u yayınlanmamış iki şarkı ile beraber piyasaya sürülmüştür. 2003'te ise kendisini ve Pink Floyd'un ilk yıllarını konu alan The Pink Floyd and Syd Barrett Story adlı DVD yayınlanmıştır.
Artık sağlığı iyice bozulan Syd Barrett, Cambridge'deki evinde inziva hayatı sürdürüyordu ve resim yapmaya devam ediyordu. 7 Temmuz 2006 günü 60 yaşında iken, Cambridge'deki evinde pankreas kanseri sonucu hayatını kaybetti.

Single'lar
1969 - Octopus / Golden Hair

Albümler
1970 - The Madcap Laughs
1970 - Barrett

Toplamalar
1974 - Syd Barrett
1987 - Syd Barrett: The Peel Sessions
1988 - Opel
1992 - Octopus - Best Of Syd Barrett
1993 - Crazy Diamond
2001 - The Best of Syd Barrett: Wouldn't You Miss Me?
2004 - The Radio One Sessions

Pink Floyd ile

Single'lar
1967 - Arnold Layne / Candy and a Currant Bun
1967 - See Emily Play / The Scarecrow
1967 - Apples and Oranges / Paintbox

Albümler
1967 - The Piper at the Gates of Dawn
1968 - A Saucerful of Secrets

Toplamalar
1971 - Relics
1973 - A Nice Pair
1974 - Masters of Rock
1984 - Works
1992 - Shine On
1995 - London '66-'67
2001 - Echoes: The Best of Pink Floyd

DVD
1966 - Syd's First Trip
1968 - Tonite Let's All Make Love in London
2003 - The Pink Floyd and Syd Barrett Story

Eski Günlere Özlem

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 12:32

0

Eski filmleri izledikçe keşke biraz daha erken gelseymişim diyorum dünyaya. 30-40 önceki filmler ile günümüz filmleri arasında bile dağlar kadar fark var. O filmler o kadar içten, o kadar güzel şeyler anlatıyor ki, günümüz filmlerine bakıp kusuyorum. Bu kadar samimi bu kadar içten yapılabilirler ve bu kadar güzel şeyler anlatabilirlerdi. Günümüzde bir All Quiet on The Western Front (Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok), bir Nuovo Cinema Paradiso (Cennet Sineması), bir Il buono, il brutto, il cattivo (İyi, Kötü, Çirkin), bir Casablanca çekilemiyor. Çekilse bile bunlar ya sanat filmi ya da bağımsız film olarak adlandırılıyor ve ülkemizde sadece 3-5bin kişi izliyor. Çünkü insanların kafaları o kadar dolu ki (ne ile dolduruyorlar onu da bilmiyorum tabi, eğitim düzeyi ortada zaten) bu tür filmleri anlamaya dahi çalışmıyorlar ya da anlayamıyorlar, bir üçüncü seçenek ise günlük hayatı anlatan sıradan bir film izlediklerinde, bu ne lan hiçbir şey olmadı, nasıl film bu diye tepki veriyorlar (Bu tür tepki vermeyenler de var tabi ki). Günümüzde insanlar o kadar çok süper kahramana veya yaşamlarının aksine o kadar çok aksiyona ihtiyaç duyuyor olacaklar ki, çoğu gişe rekoru kıran film bunlardan oluşuyor. Tabii söze keşke biraz daha erken dünyaya gelseymişim diye başladım ama bunun sadece filmlerle alakası da yok, filmler gibi günümüz insanı da değişti. Dostluklar-arkadaşlıklar değişti, ilişkiler değişti, her bir şeye üşengeçlikler başladı (öyle arkadaşlarım var ki klozet olmadığı zaman üşenip s.çmıyorlar, diğer türlü yoruluyorlarmış çünkü) hatta tuvaleti geldiği halde bilgisayar başından kalkamayan insanlar, birini arabayla evinden alacaklarında, arabadan inip zili çalmak yerine telefonla “Apartmanın önündeyim, seni bekliyorum” diyen insanlar, ayda 5000 mesaj yetmeyen insanlar türedi. Büyüklerimiz bile sabah programlarında eş aramaya başladı. Anlayış değişti, sohbetler değişti, tartışmalar değişti. Anlayacağınız her şey değişti ama kötü yönde değişti ve ben de bundan şikayetçiyim, sadece dile getirmek istedim, o kadar. Şimdi birkaç kişi çıkıp yine geyiğini yapacak ama olsun, devir değişti değil mi?

Jerry Seinfeld'den İlginç Tespitler - Vol.1

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 11:58

0

Bir kişinin bir spor takımına bağlılığını anlamak zor, çünkü oyuncular sürekli değişiyor. İşin derinine inerseniz, aslında formaları destekliyorsunuz. Sizin formalarınızın başka bir formayı yenmesi için tezahürat yapıyorsunuz. Taraftarlar bir oyuncuyu çok sevebilir ama başka bir takıma giderse onu yuhalarlar. Halbuki aynı kişi, sadece forması değişik, ama artık ondan nefret ederler ; "Yuuuuh, farklı forma giyiyor, yuuuh"

Kadınlar birlikte oldukları erkeğin işini sevmek zorundadırlar. İşi beğenmezlerse erkeği de beğenmezler. Erkekler bunu bilir. İşte bu yüzden işlerimize yapmacık isimler veririz. “ Şu anda, bölgesel yönetim süpervizörüyüm. Geliştirmedeyim, araştırmadayım, danışmadayım.” Diğer taraftan, biz erkekler, bir kadını fiziksel olarak çekici bulmazsak işiyle ilgilenmeyiz, değil mi ? Erkekler pek umursamaz. Şöyle yaparlar : “ Mezbahada mı çalışıyorsun gerçekten ? İlginç. Büyük bir satırın var, kafalarını kesiyorsun, harika.”

Bozulan bir deri ceketim var. Neden nem deriyi bozar ? Anlayamıyorum. İnekler devamlı dışarıda değiller mi ? Anlayamıyorum, yağmur yağdığında, inekler çitçiye gidip : “İçeri al bizi. Hepimiz deri giyiyoruz ! Kapıyı aaaç, tüm kıyafetimiz bozulacak.” “Süet mi, ben süetiiim, tüm bu üstümdeki süeeet, bunu temizletemem de, tek elbisem buu”

Televizyon hakkındaki en kötü şey, televizyonda gördüğünüz insanların yaptıkları her şeyi, sizden daha iyi yapmalarıdır. Tv’de asla birisini suratında patates cipsi kırıntılarıyla, kanepeye uzanmış şekilde göremezsiniz. Bazılarıysa çok fazla mutludur. Gazoz reklamındaki insanlar mesela. Böylesi bir coşkuya nasıl sahip olabiliyorlar ? Onları hiç gördünüz mü ? “Bizim gazozumuz var! Bizim gazozumuz var! Bizim gazozumuz var!” Atlarlar, zıplarlar, havalara uçarlar. Alt tarafı bir kutu gazoz dostum ! Oturmuş televizyon seyredip tam da aynı ürünü içerken Tv’de reklamının yayınlandığını düşünsenize. Bilirsiniz işte, voleybol oynayanlar, jet ski kullananlar, bikinili kızlar.. Bense burada bir başıma dikiliyorum : “ Belki de ben biraz fazla buz koyuyorum”

İnsanlar sürekli sizden bir şeyler çalar. Onları durduramazsınız, ama herkesin kişisel güvenlik sistemi vardır, aptalların yakalanacağına inandığımız şeyler. Plaja gider, denize girersiniz, cüzdanınızı ayakkabınızın içine koyarsınız, kim bilecek ki değil mi ? Ne çeşit bir şeytani zeka bu güvenlik sistemini aşabilir ki ? “Bağcıklarını bağladım, bunu geçemezler.” “ Cüzdanı ayakkabının parmak ucuna doğru ittim. Oraya kimse bakmaz, topuğu kontrol eder ve giderler.”

Ne zaman şu suçlularla, teröristlerle, psikopatlarla ilgili haberleri görsem düşünürüm. Fark ettiniz mi, yüzlerini gazeteyle, ceketle, şapkayla falan kapatırlar. Neden çekiniyorlar ki ? Bu adamların endişelenecek neleri olabilir ? Yani temiz isimleri karalanarak kovulacaklarından mı endişeleniyorlar ? Ne yani, büyük bir terfi alacaklar da onu mu kaybedecekler ? Patronları televizyonda görüp de ; “Bu bizim satış bölümünden Johnson değil mi ? Saat kulesine çıkmış tek tek herkesi avlıyor. Sanırım bu, yeni şubemizin başına getireceğimiz türden biri değil. Bence tahsilatta olmalı, bu konuda yetenekli.”

Biliyor musunuz bir çok sebepten dolayı yetişkinlikten hoşlanıyorum. İlk sebebini söyleyeyim : Bir yetişkin olarak şeker istersem şeker alırım tamam mı ? Üç şekerim ya da dört şekerim ya da on bir şekerim olabilir, eğer istersem. Çoğu zaman, isteyerek iştahımı kesebilirim. Sadece kesmek için ve ondan hemen sonra annemi arayıp ona yaptığımı söylerim. “Alo, anne ? Evet, az önce tüm iştahımı kestim. Evet, şekerlerden dolayı.” İştahınızı kesseniz ne olur ki ? Bir yetişkin olarak, biliyoruz ki bir kere iştahınızı kestiğinizde arkasından hemen bir tane daha geliyor. İştahın bitmesi gibi bir tehlike yok yani. Ondan daha milyonlarca var, rahat olun.

Doğan görünümlü Şahin, Şahin görünümlü Doğan, vs vs vs.

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 09:28

0

Bilmiyorum hiç fark ettiniz mi ama hava atış şekillerinden biri şudur : Doğan, Şahin, Şahin görünümlü Doğan, Doğan görünümlü Şahin ve benzeri arabalar ile hava atan (aslında atmaya çalışan diyelim) tipler mevcut. Merak ettiğim şudur, bu insanlar deli mi !? Bir Doğan ile, bir Şahin ile hava atabileceğini düşünebilecek kadar güzel mi bunların kafaları !? Hmm, en sevdiklerimden biri de son ses müzik, arabanın içi erkek dolu, ellerini sigara ile camdan dışarı sarkıtmış, arabada ya elektro müzik ya da çiftetelli havası mevcut, bu görüntüyü düşünebiliyor musunuz, gözünüzde canlandırabiliyor musunuz !? Eğer gözünüzde canlandırabiliyor iseniz, beni anlıyorsunuz demektir. Yani, düşünüyorum da, hangi kız böyle bir arabaya ve arabanın içindekilere bakıp, "Aman tanrım, şu erkeğe bakın, ne kadar da seksi" diyordur !?

Diğer merak ettiğim şey ise bu tiplere paranın nereden geldiği. Yani adamlar sabah 10dan gece 2-3'e kadar arabayla devamlı sokaklardalar. Su ile çalışmıyor araba da nasıl olsa, bu benzini alacak parayı nereden buluyorlar ? Bir defa geçtiği, iki defa geçtiği, hadi hatta üç defa geçtiği bir yerden dördüncü defa nasıl tekrar, hiç yüzleri kızarmadan geçebiliyorlar ? Yani ben mesela eve gelirken evin önündeki marketten bir gofret aldığımda ve 1-2 saat sonra canım bir çikolata-gofret istediğinde bile o markete gidemiyorum, utancımdan 500 metre ötedeki markete gidip geliyorum, aslında utanacak bir şey de yok tabi, durup da bakkal amcamızın(!) "lan oğlum bu kaç oldu, ne biçim insansın, insan bir günde 4 liralık gofret yer mi lan !" diyecek hali yok herhalde.

Bir de az önce dediğim gibi sabah 10dan gece 2-3'e kadar aynı mahallelerde gezeceğine o yaktığı benzinle bir başka şehre gitmeyi falan hiç düşünmemişler midir acaba ? Yani onların yaktıkları benzinle Edirne-Hakkari seferi yapabilirsiniz. Sahi söylüyorum.

Bir de bu arabalara modifiye yapan kişiler var.

Bir de, şaka şaka başka bir şey yok, söyleyecek sözüm kalmadı.









Woody Allen'dan Ufo Korkusu Üzerine Bir Yazı

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 06:10

0



Araştırmacılar, Ufo görme olgusunun milattan önceye dayandığını söylemektedirler. Sözgelişi, Tora Vayikra'da şöyle bir pasaj vardır: "Ve Asur ordularının tepesinde büyük ve gümüşi bir top belirdi ve Babil'in tümünden ağıtlar ve diş gıcırtıları yükseldi; ta ki Peygamber kalabalığa, akıllı olun, kendinize çeki düzen verin diyene kadar."

Acaba bu olay, yıllar sonra Permanides'in anlattıklarıyla bağlantılı olabilir mi: "Gökyüzünde ansızın üç turuncu cisim belirdi ve Atina'nın göbeğinde bir tur attı, hahamların üzerinde dolanıp durdu ve bazı bilge filozoflarımızın fellik fellik havlu aramasına yol açtı." Peki, bu üç turuncu cisim, yakın zamanda ortaya çıkan ve on ikinci yüzyıla ait olduğu belirlenen bir Sakson kilisesi elyazmasında anılan şey olabilir mi: "Gobeeni hoplata hoplata guldü, sonra bir bahtıh ki, lan lan goşun gırmızı bir şey dolaşıyür lan depemizde. Herkese teşekkür ederim efendim."

Bu olay, ortaçağın din adamları tarafından kıyamet alameti olarak değerlendirildiyse de, pazartesi güneş doğduğunda ve işe gitmek gerektiğinde, büyük hayal kırıklığına yol açmıştır.

Son ve en inandırıcı fenomen, 1822 yılında Goethe tarafından yaşanmıştır: "Leipzig Huzursuzluk Festivali'nden eve geçiyordum ki, başımı kaldırıp göğe baktığımda, güneye doğru bir kaç kızıl ateş topu gördüm. Olmayacak bir hızla alçaldılar ve beni kovalamaya başladılar. Haykırarak bir dâhi olduğumu, bu yüzden çok hızlı koşamayacağımı söyledim ama sözcüklerim boşa gitti. Öfkelenerek gizli hakaretlerde bulundum, bunun üzerine korkup kaçtılar. Bu olayı, sağır olduğunu o zamanlar henüz fark etmediğim Beethoven'e anlatmıştım; o da gülümsemiş ve başını sallayarak; 'Anlıyorum,' demişti."

Bu olaylara benzer olaylardan biri de, Sir Chester Ramsbottom'ın Shropshire'da 5 Haziran 1961 günü yaşadıklarıdır: "Sabaha karşı ikide yolda arabayla ilerliyordum. Arabamı takip eden puro biçimli bir nesne gördüm. Ne yöne gidersem gideyim peşimden ayrılmadı ve dik açılarla dönerek beni takip etti. Yakıcı bir kızıllıktaydı ve arabamı hızla kullanmama, virajlar almama rağmen peşimden uzaklaşmadı. Telaşlandım ve ter dökmeye başladım. Dehşetle haykırdım ve sonrasında bayıldım sanıyorum; ama mucizevi bir şekilde burnum bile kanamamış olarak hastanede açtım gözlerimi." Araştırmanın ardından uzmanlar, "puro biçimli nesnenin" Sir Chester'ın burnu olduğunu belirlediler. Yüzünün bir parçası olduğu için tüm çabalarına rağmen ondan kurtulamamıştı.

Açıklanan bir diğer olay, 1972 yılı Nisan ayının sonlarında, Andrews Hava Kuvvetleri Üssü'nde görev yapmakta olan Tümgeneral Curtis Memling'in başından geçmiştir: "Bir gece bir tarlada yürürken gökyüzünde gümüş renkli, büyük bir daire gördüm. En çok on beş metre yüksekte uçuyor ve normal bir hava aracında mümkün olmayacak aerodinamik hareketler yapıyordu. Aniden hızlandı ve inanılmaz bir hızla gözden kayboldu."

Araştırmacılar, Tümgeneral Curtis Memling'in bu olayı anlatırken sürekli kıkırdamasından kuşkulandılar. Tümgeneral daha sonra, sinemada Dünyalar Savaşı adlı filmi yeni izlediğini ve "etkisinden kurtulamadığını" itiraf edecekti. İlginçtir ki, Tümgeneral Curtis Memling 1976'da bir UFO olayı daha bildirmiş, ancak bu sefer Sir Chester Ramsbottom'ın burnunu uçan daire sandığı ortaya çıkmıştır. Bu olay, Hava Kuvvetleri'nde şaşkınlık uyandırmakla kalmamış, Tümgeneral Memling'in tenzili rütbeye uğramasıyla sonuçlanmıştır.

Açıklanamayan olaylar :

1) Boston'da yaşayan bir adamın Mayıs 1969'da başından geçenler: "Sahilde karımla yürüyordum. Pek çekici bir kadın sayılmaz, hayli şişmandır. Hatta o sırada kendisini bir yük arabasına bindirmekle meşguldüm. Ansızın yukarı baktım ve büyük bir hızla alçalmakta olan beyaz bir uçan daire gördüm. Paniğe kapılmış olmalıyım ki , arabanın ipini bıraktığım gibi kaçmaya başladım. Daire tam tepemden geçtiği sırada acayip, metalik bir sesin bana, "Telesekreteri dinle!" dediğini duydum. Eve döner dönmez telesekreteri açtığımda, kardeşim Ralph'ın taşındığını ve adına gelecek tüm mektupları Neptün'e göndermemi istediğini öğrendim. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Karım bu olayın ardından ciddi bir sinir krizi geçirdi. Artık elinde kukla olmadan iletişim kuramıyor."

2) Georgia'nın Athens kentinde yaşayan I.M.Axelbank'ın Şubat 1971'de başında geçenler: "Deneyimli bir pilot olarak özel uçağımı New Mexico'dan Texas'ın Amarillo kentine, dini görüşlerine pek katılmadığım bir grubu bombalamak üzere uçuyordum. O sırada yanımda bir cismin uçmakta olduğunu gördüm. Önce başka bir uçak sandım ama bana doğru yeşil bir ışık huzmesi göndererek dört saniye içinde 3100 metre irtifa kaybetmeme neden oldu. Peruğum başımdan hızla fırlayarak uçağın tepesinde yarım metrelik bir delik açtı. Telsizle hemen yardım çağırdım ama tek duyabildiğim, radyodaki 'Mr.Anthonyé programının tekrar bölümlerinden biriydi. UFO, uçağıma tekrar yaklaştı, ardından baş döndürücü bir hızla uçup gitti. Bu olaylar üzerine tüm yön duygumu yitirdim ve otoyola acil iniş yapmak zorunda kaldım. Yoluma uçakla devam ediyordum ki, gişelerden kaçayım derken uçağın kanatlarını kırdım."

3) 1975 ağustosunda, Long Island'ın Montauk Point yöresinde meydana gelen bir olay: "Yazlık evimde yatıyordum. Buzdolabında, hakkım olan bir parça kızarmış tavuk bulunmasından ötürü uyku tutmamıştı. Karım dalana kadar bekledikten sonra parmak ucunda mutfağa yürüdüm. Saate baktığımı hatırlıyorum. Tam 4:15'ti. Kesinlikle eminim çünkü mutfak saatimiz 21 yıldan beri çalışmıyor ve tam bu saatte doğruyu gösteriyor. O sırada köpeğimiz Judas'ın da tuhaflaştığını fark ettim. Arka ayakları üstüne kalkmış, günün popüler şarkılarından birini söylüyordu. Mutfak aniden turuncuya kesti. Karımın gece buzdolabına dadandığımı fark edip evi ateşe verdiğini düşündüm. Derken pencereden bakınca, ağaçların hemen üzerinde devasa, puro şeklinde bir hava aracının durduğunu ve turuncu bir ışıltı yaydığını gördüm. Dumura uğramış vaziyette birkaç saat dikildiğimi sanıyorum, ama kendime geldiğimde saat hâlâ 4:15'i gösterdiği için, pek emin değilim. Sonunda araçtan büyük ve mekanik bir kol uzandı ve elimdeki iki parça tavuğu kapıp geri çekildi. Ardından araç yükseldi ve muazzam bir hızla gözden kayboldu. Olayı Hava Kuvvetleri'ne bildirdiğimde, bir kuş sürüsü görmüş olduğumu öne sürdüler. İtiraz ettiğimdeyse, Albay Quincy Bascomb, Hava Kuvvetleri'nin bana iki parça kızarmış tavuğumu iade edeceğine yönelik söz verdi. Bugüne kadar sadece bir parça gönderildi oysa."

4) Ocak 1977'de Louisiana'daki iki fabrika işçisinin başına gelenler: "Roy ile bataklıkta kedibalığı avındaydık. Bataklığı severim, Roy da sever. İçmiyorduk ama yanımızda bir galon metil klorür vardı; bunu ya bir dilim limon, ya da küçük bir soğan eşliğinde tüketmeyi severdik. Gece yarısına doğru başımızı kaldırdığımızda parlak sarı bir kürenin bataklığa doğru alçalmakta olduğunu gördük. Roy önce bunu balıkçıl sanıp bir kurşun sıktı, ama ben dedim ki, Roy dedim, o balıkçıl değil, dedim, çünkü gagası yok, dedim. Mesela Roy'un oğlu Gus'ın gagası var, çocuk kendini balıkçıl sanıyor. Neyse, derken bir kapı açıldı ve bir kaç yaratık dışarı çıktı. Dişleri ve kısa saçları olan pilli radyolara benziyorlardı. Bacakları da vardı ama ayak parmakları yerine tekerlekler görünüyordu. Yaklaşmamı işaret ettiler, yaklaştığımda ise sırıtmama ve sarsakça davranmama yol açan bir sıvı zerk ettiler. Birbirleriyle tuhaf bir dilde konuştular. Çıkardıklar sesler, arabayla geri geri giderken şişman bir kişi ezdiğinizde çıkan sese benziyordu. Beni hava aracına aldılar ve baştan aşağıya inceleyip check-up yaptılar. İki yıldır sağlık taramasından geçmediğim için ses çıkarmadım. Bu zaman zarfında dilimizi çok iyi öğrenmişlerdi, ama "yadırgamak" yerine "yadsımak" demek gibi basit hatalar yapıyorlardı. Başka bir galaksiden bize barış içinde yaşamayı telkin etmeye geldiklerini, sözlerini dinlemezsek silahlarını kapıp doğacak ilk erkek çocukları PVC kaplayacaklarını bildirdiler. Kan testimin sonuçlarını bir iki gün içinde alacağımı, onlardan ses çıkmazsa Clair ile evlenebileceğimi belirttiler."

Hocam.com - Bazıları Sosyal Sever(imiş)

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 16:24

0



Fotoğrafını gördüğünüz forumdaki başlıkların kaçı aşk ile, ilişkiler ile, cinsellik ile, futbol ile ilgili ? Kaçı forum oyunu ? Peki kaç tane yararlı başlık var ? Bu gördüğünüz site Hocam.com sitesidir. Günün her saati hemen hemen aynı tarz başlıklar, boş başlıklar, saçma başlıklar... Sitenin sloganı da şu ; Bazıları Sosyal Sever. Burada bahsettiği sosyallik nedir anlamış değilim. Fotoğrafta gördüğümüz şey kesinlikle değildir onu biliyoruz ama slogandaki sosyallik vaat etme sebebi nedir onu bilemiyorum. Tabi günümüzde sosyallik aha tam da burada bahsedilen sosyallik olmuştur, o ayrıdır. Neyse işte hani Facebook'ta falan arkadaşlarınız "Üye olun, iyi bişi bu site" diye yazdığında falan kanmayın, ha eğer " Ben zaten boş site arıyorum oğlum, çok içtim ama bütün kızlar bana hala çirkin geliyooooo, ama kendi tipime hiç bakmıyorum yhaaa başlığına yazmak istiyorum " falan diyorsanız hemen koşun üye olun.

Not : Üyelik başvurusu yaparken zeka testi de yapılıyor ama son bir kaç ay içinde alınan üyelere bakarak kendimce şöyle bir sonuç çıkardım, zeka testinin amacı en salakları tespit edip onları sıralamada öne atmak, eminim.

Not : Sitede akıllı insan yok demiyorum, var, ama şöyle var :

Aptal veya mal veya boş veya hayatında hiç kitap okumamış insan sayısı : %80
Azıcık mantıklı, azıcık aklı olan, biraz da beynini kullanabilen insan sayısı : %20

Not : Ayrıca bu sitenin, sadece üniversitelileri kabul ettiğini ve bu üniversiteli kişilerin genelde böyle başlıklar açıyor olmasında (yani üniversite öğrencilerinde) bir sorun olduğunu düşünmekteyim.

Kurt Cobain - Son Mektubu

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 09:24

0




Boodah'a

Daha çocukça şikayetleri olan. Tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak. Bu bayağı kolay anlaşılabilir bir not olmalı. Yıllar boyunca, diyelim ki, cemiyetimizin serbestliği ve benimsemesi ile ilgili ahlak punk rock 101 derslerinden alınan öğütlerin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamıştır. Çok uzun yıllardır okuyup yazmakla birlikte dinlemekten, yaratmaktan da olduğu gibi heyecan almadım.

Bunlar için kelimelerle anlatılamayacak bir suçluluk duyuyorum. Mesela sahne arkasındayken ve ışıklar sönüp kalabalığın çılgın tezahüratı karşısında, beni hayran olduğum ve kıskandığım Freddy Mercury'e olduğu gibi etkilemedi. Gerçek şu ki sizi aptal yerine koyamam.

Hiç birinizi. Bu basitçe ne sizin ne de benim için adil değil. Aklıma gelen en kötü suç, insanlara karşı sahtekarlık yapıp %100 eğleniyormuşum gibi görünerek dolap çevirmek. Bazen sahneye çıkmadan önce saati yumruklamak, zamanı durdurmak geçiyor içimden. Kulisteyken, ışıklar söndüğünde duyduğum çığlıklar da etkilemiyor beni.

Gücümün yettiğince değer vermek için her şeyi denedim ve deniyorum. Tanrım, inan bana deniyorum, ama bu yeterli olmuyor. Benim ve bizim birçok insanı etkilediğimiz ve eğlendirdiğimiz gerçeğine saygı duyuyorum. Elden kaybolduktan sonra kıymet veren biri, o narsistlerden biri olur. Ben çok hassasım. Bir zamanlar bir çocukken sahip olduğum hevesi yeniden kazanmak için biraz uyuşmaya ihtiyacım var.

Son üç turumuzda şahsen tanıdıklarıma ve müziğimizin hayranı olan tüm insanlara daha çok değer verdim, ama hala herkes için beslediğim asabiyet, suçluluk ve anlayışı aşamadım. Hepinizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çok ki bu beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen balık burcu. İsa oğlum!neden tadını çıkarmıyorsunuz? Bilmiyorum! İhtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi çok fazla hatırlatan bir kızım.

Sevgi ve neşe dolu, her gördüğü insanı öpüyor çünkü herkes çok iyidir ve ona kimse zarar vermez! Frances' in üzgün, kendine zarar veren, ölü bir rock'çı olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum. İyi yapıyorum, çok iyi Ve minnettarım, ama yedi yaşından beri insanlara karşı genel bir nefret duydum... Sırf insanlara iyi geçinmek ve anlayış sahibi olmak çok kolay görünüyor diye. Anlayış! sanırım sadece insanları çok sevdiğim ve onlara çok üzüldüğüm için.

Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilginiz için alevler içindeki mide ağrısı cehenneminden hepinize teşekkür ediyorum. Ben çok kararsızım, ümitsizim! Artık eski tutkum yok ve şunu hatırla: Sönüp gitmektense yanıp kül olmak daha iyidir!

Barış, sevgi ve hoşgörü dileğiyle…

Francis ve Courtney ben sizin yanınızda olacağım...

Lütfen Courtney devam et...

Francis için, onun hayatı için ki ben olmadan daha mutlu olacak...

Sizi seviyorum, sizi seviyorum…




/Kurt Cobain

Bir Şiir

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 02:04

0

Şu sıralar pek vaktim olmamasından dolayı yazamıyorum, o yüzden 1 hafta veya 10 gün boyunca sizlerle her gün 1 şiir paylaşacağım, umarım beğenirsiniz.. İşte ilk şiir :

Neredeyim dersin?
Cennet mi, cehennem mi?
Cehennemde olduğumu düşünüyorsun
Evet, kiliseye giderdim. Ama sadece zorunda olduğum için
Aslında tanrıya hiç inanmadım
Yani, terfi etmek için memnun etmem ya da etkilemem gerekmiyordu
Bildiğim tek tanrı çirkin pantolon giyen asabi bir palyaço
Ve bütün esprileri birbirinin aynı
Sanırım bu yaklaşımla kesinlikle cehenneme giderim
Bunun iyi tarafı ise şu,
Orada seni bekleyen tanıdık bir yüz olacak...

Yeşilçam ve Mükemmel Ödülleri (!)

Posted by Birileri Beni Sustursun | Posted in | Posted on 15:22

0

Bir Yeşilçam ödülleri daha sahiplerini buldu, ama ben başlıktan anlaşılacağı gibi yine mutsuzum. Yine ödüllere itirazım var. Aslında pek fazla da değil, sadece 1 tane ödüle itirazım var, ama o ödül de öyle böyle bir ödül değil, yılın filmi ödülü, en önemli ödül de denebilir. Öncelikle şunu belirteyim, yılın filmi ödülü adayları şunlardı : Güneşi Gördüm, Hayat Var, İki Dil Bir Bavul, Nefes: Vatan Sağolsun ve Vavien. Benim bu daldaki favorim Vavien idi, ama belki şu an ülke gündeminde açılım söz konusu olduğundan İki Dil Bir Bavul filmi de alabilir diyordum, ama asıl favorim Nefes: Vatan Sağolsun filmiydi. Peki en büyük favorim Nefes filmi iken neden verilen bu ödüle itiraz ediyorum ? Çünkü Nefes filminin en büyük favorim olmasındaki sebep, çok çok iyi bir film olması değil, aksine Türkiye'deki milliyetçilik duygusu, askerimize olan sevgimizdi. Biz Türkler de her işe duygumuzu kattığımızdan dolayı bu ödülün ona verileceğini adım gibi biliyordum.

Nefes filminin bu ödülü aldığından mutsuz olmamın sebebi, bu filmin tam da şehit verdiğimiz asker sayısı arttığı zaman da gündeme gelmesi, çekilmeye başlanması, ve şehitlerimizin sayısının maksimum seviyeye ulaştığında vizyona girmesi, ki böyle filmler hep böyle zamanlarda ortaya çıkar zaten, örneğin Atatürk filmleri, belgeselleri. Tam da Atatürk'ümüz, Atatürkçülüğümüz elden gidiyor tartışmaları varken bir bakmışsın bir film çekilmiş ve vizyona girmiş, seyirci koşa koşa gitmiş. Zaten böyle filmler yapmak için senaryoya dahi gerek yok, böyle oyunculara da gerek yok. Hiç bir fikir üretmeye gerek olmayan bir senaryoya sahip olan bir filmin en iyi film ödülü almasından bahsediyoruz burada. Tıpkı The Hurt Locker filmi gibi. Amerikalıların gözünden Amerika-Irak savaşını anlatan bir film Oscar'da en iyi film ödülünü kazandı. Ona da şaşırmadım tıpkı Nefes filminin bu ödülü kazanması gibi.

Aslında bu ödüllere pek de itiraz etmeye gerek yok. Güzelim ülkemde en çok izlenen film Recep İvedik gibi bir film olduktan sonra, En İyi Film Ödülünü bu filmin almadığına dua etmek lazım. Yurtdışında ödülleri silip süpüren Yumurta, Süt, Bal, Pandora'nın Kutusu gibi filmler seyirci bile toplamazken, osuran bir adam görüp gülmeye giden 3 milyon küsur insan var ne yazık ki. Zaten saydığım filmlere giden izleyici bir bok anlamadım deyip filme sayıp sövüyor, nasıl almış anlamadım bu ödülleri diyor, ama durup da kendinde bir kabahat aramıyor. Ama olsun, (Nefes) Vatan Sağolsun. Biz beyaz perdede osuran birini görüp gülmeye devam edelim boşverin.

Herbokubilenadam'ın dediği gibi : "Memleketin en çok gişe yapan filmi Recep İvedik, en popüler yönetmeni Sinan Çetin, film eleştirmeni Ömür Gedik. E ne bok yemeye şaşıyorsun hala?"

Gani Müjde'nin Paylaştığı Güzel Bir Söz : Ömrü daim olsun hocam Lütfi Akad "Film at değildir ki yarıştırılsın" demişti.O günden beri yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.

(Bu arada Pandora'nın Kutusu filminin başrol oyuncusu 91 yaşındaki hanım teyzemizin bu ödüllere aday bile olmaması çok garip)

İşte ödüller ve sahipleri:

EN İYİ FİLM

Nefes : Vatan Sağolsun

EN İYİ YÖNETMEN
Reha Erdem-Hayat Var

EN İYİ MÜZİK
Atilla Özdemiroğlu-Vavien

EN İYİ KADIN OYUNCU
Binnur Kaya-Vavien

EN İYİ ERKEK OYUNCU
Mert Fırat-Başka Dilde Aşk

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Cemal Toktaş-Güneşi Gördüm

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Derya Alabora-Pandora'nın Kutusu

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ
Soykut Turan-Güneşi Gördüm.

EN İYİ SENARYO
Engin Günaydın-Vavien

EN İYİ GENÇ YETENEK
Elit İşcan- Hayat Var

TURKCELL İLK FİLM ÖDÜLÜ
Nefes: Vatan Sağolsun-Levent Semerci